Ezgi Ülkü Aykut, Sema Soykan’ın Bir Kıbrıs Romanı “Belki” üzerine yazdı…
Zamanın Kıyısında Bir Kadın: Sema Soykan’ın Belki Romanı Üzerine
“Bazı günler insan bir sesin peşinden gider. Ama en çok da kendi sesini arar.”
– Belki, s. 54 / 17 Mayıs 1991
Sema Soykan’ın Belki adlı romanı, okurunu sessizliğin kıyısında bir yolculuğa davet eden, edebiyatın en kırılgan ama en dokunaklı damarlarından birine yaslanıyor. Bu romanı okumak, yalnızca bir karakteri tanımak değil; aynı zamanda kendi içimizdeki yarım kalmış cümlelerle yüzleşmeyi, zamana tutulmuş aynalara bakmayı, hatta çoğu zaman konuşamadıklarımızla bir bağ kurmayı gerektiriyor.
Roman, adını ana karakterinden alıyor: Belki. Bu isim bir tesadüf değil. “Beklemek” fiilinden doğmuş gibi; ama öyle edilgen, hareketsiz bir bekleyiş değil onunki. Aksine, direnişle, inatla, acıyla örülmüş bir bekleyiş. Hayattan düşmüş, ama hayattan düşmeyen bir kadının hikâyesi.
Sessizliğin Dili: Romanın Kurduğu Edebi Atmosfer
Sema Soykan, anlatım diliyle romanın ruhunu bütünleştiriyor. Fazlalıklardan arınmış, derinleşen ve sezgiyle ilerleyen bir üslup var karşımızda. Betimlemeler, karakter çözümlemeleri, zaman kırılmaları ve semboller üzerinden ilerleyen anlatı, okurun zihninde sadece olayları değil, duyguları da canlandırıyor.
Roman boyunca geçen tarihler, düz bir kronolojiyi izlemiyor. Bunun yerine hatıralar, iç sesler, travmalar arasında zikzaklar çizen bir zaman örgüsüyle karşılaşıyoruz. Her tarih bir acıya, bir kırılmaya, bir yüzleşmeye denk düşüyor.
“2 Mayıs 1989. O gün kendime söz verdim: Artık hiçbir şeyi anlatmayacaktım. Çünkü herkesin kendi duymak istediği vardı, gerçeği değil.”
– s. 34
Bu satır, yalnızca Belki’nin kişisel bir iç çekişi değil, aynı zamanda okura da bir sorudur: Gerçeği gerçekten duymak istiyor muyuz, yoksa yalnızca kendi hikâyemizi mi arıyoruz başkalarında?
Bir Karakter Olarak Belki: Kimliksizliğin ve Direnişin Simgesi
Belki, bir kadın karakter olarak herhangi bir kalıba oturmuyor. Ne “fedakâr anne” ne “aşık kadın” ne de “bireysel kahraman”. O, bu rollerin dışında duran ve bazen de bu rollerin altında ezilmiş biri. Bu da onu daha “gerçek” ve daha “insan” kılıyor.
“11 Temmuz 1992. Onlar için sadece bir misafirdim. Kısa süreli bir dikkat, sonra unutulmaya yazgılı bir varlık.”
– s. 76
Belki’nin dış dünyayla kurduğu mesafe, yalnızca fiziksel değil. Onun asıl yalnızlığı, iç dünyasından kimsenin haberdar olmamasında. Bu noktada okuyucuya açık bir çağrı var: Gördüklerimizin ötesine geçebiliyor muyuz? Yargılamadan bakabiliyor muyuz?
Mekânlar ve Anılar: İç Dünya ile Dış Gerçeklik Arasında
Romanın atmosferi yalnızca karakterin iç sesiyle değil; geçtiği mekânlarla da güçleniyor. Otobüs durakları, tren istasyonları, hastane koridorları, dar sokaklar… Hepsi birer iç manzara gibi.
“22 Şubat 1987. Durağın demir koltuğunda oturuyordum. Kimse yoktu. Ama bekliyordum. Beklemek için bir neden gerekmezdi. Bazen sadece orada olmak ister insan.”
– s. 61
Bu satırlar yalnızca bir kadının bekleyişini değil; aynı zamanda insanın varoluşunu sorguladığı bir yer haline geliyor. Okur, burada kendi bekleyişlerini de anımsıyor.
Toplumsal Katmanlar: Görünmeyen İnsanların Hikâyesi
“Belki”, bireysel bir roman olduğu kadar toplumsal bir yüzleşme metni de aynı zamanda. Kadın olmanın, sessiz kalmanın, dışlanmanın, unutulmanın tarihine dair güçlü bir bellektir bu roman. Yazar, yüksek sesli ajitasyona başvurmadan, incelikli bir kalemle toplumun dışına itilmiş bireylerin sesini duyurur.
“Görünmüyordum. O yüzden herkesin rahat ettiği biriyim sanıyorlardı.”
– s. 79
Romanın bu satırlarında, aslında “görünmeyen”in değil; görmeyenlerin, “duyulmayan”ın değil, duymak istemeyenlerin anlatıldığını fark ederiz. Bu da romanı yalnızca bir karakter hikâyesi olmaktan çıkarıp, toplumun aynasına dönüştürür.
Okura Bir Çağrı: Neden Okumalısınız?
Eğer bir romanın sizi sadece eğlendirmesini, rahatlatmasını ya da uzak diyarlara götürmesini bekliyorsanız, “Belki” o roman değil. Ama eğer bir metnin sizi kendinize yaklaştırmasını, geçmişinizle, suskunluklarınızla, görünmeyen yanlarınızla yüzleştirmesini istiyorsanız – bu roman tam size göre.
Neden mi okumalıyız Belki’yi?
- Çünkü duymadığımız sesleri duymaya ihtiyacımız var.
- Çünkü görünmeyen insanların, unutulmuş kadınların, silik silüetlerin de bir hikâyesi olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
- Çünkü beklemek, yalnızca zaman geçirmek değil; bazen bir hayatta kalma biçimidir.
- Çünkü bazen kitaplar yalnızca bilgi değil, iyileşme sunar.
Son Söz: Bekleyen Kim? Beklediğimiz Ne?
Sema Soykan’ın Belki romanı, kalbimizin kıyısına kurulmuş bir sessizliktir. Belki, hepimizin içinde zaman zaman beliren o kırılgan ama dirençli yanımızdır. Belki de bu romanı okuduktan sonra fark edeceğiz: Bekleyen yalnızca Belki değilmiş. Biz de bekliyormuşuz. Görülmeyi, anlaşılmayı, affedilmeyi, hatırlanmayı…
“3 Kasım 1997. Zaman dediğin şey, ileri gitmez bazen. Aynı cümleyi yıllarca içinde taşırsın.”
– s. 109
Belki de o cümleyi bırakmanın zamanı gelmiştir. Belki’yi okuyun. Çünkü bazen en sessiz kitaplar, içimizde en çok yankılananlardır.
EZGİ ÜLKÜ AYKUT