“F1”- BİR BOZKIRKURDU HİKÂYESİ - Nevin Ulusoy Yazdı...
Sinema büyüsü kendini çok farklı şekillerde hissettirebilir. Beyazperdeden ruhun en ince halleri ışık ışık süzülür derin denizlerimize bazen, tablo görüntüler gizemiyle. Devinimin azlığı düşüncenin yoğunluğuna paralel. Heyecanın coşkusu atar ekranda bazen de. Bildiğimiz hikayelerin rahatlığına gömülürüz arada. Yaz filmleri vardır, buğu ferahlığı salınır bir iki saatliğine. Sinema sevinci salonun karanlığından benlik atmosferimize gelgitlerle dolar, bir filmi sinemada izlemek kelimelerin ötesindedir.
“F1” gösterime girmeden odağımıza aldığımız filmlerden. Oyuncular, konu, müzikler daha izlemeden heyecanın dozunu epeyce yükseltmişti. Gençler bir kere yetmediğini, ikinci izlemenin de yaşanması gerektiğini söyleyince, olmazsa olmazımız oluyor bu filmi görmek. Spor, yarış heyecanı, çok ilgi alanımızda olmasa bile Hollywood becerisiyle, neredeyse ezberlenmiş olay örgüsüyle de görsel bir şölene dönüşebiliyor. Brad Pitt başrolde, Javier Bardem ve Kerry Condon da bizimle. “The Banshees of Inisherin” filmindeki performansıyla akıllardan çıkmayan Condon, zor bir alandaki yönetici kadın rolünün de hakkını çok iyi veriyor. Filmde böyle bir kadın hikâyesi olduğunu da söyleyebiliriz, erkek egemen bir alanda kendi yolunu çizmeyi başarmış bir kadın...
Formula 1 yarışları odağınızda olmasa da fark etmiyor, film sizi alıp kendi gerçekliğinde yoğuruyor. Sonny Hayes, 1990’larda Senna döneminde yarışmış, başarılı, hırslı bir Formula 1 sürücüsü. Bir kaza hayatını değiştirmiş, çok zorlu günlerden, yaşanmışlıklardan sonra araba sürme, yarışma tutkusu capcanlı kalmış. Herkesin tuttuğu yol onu ilgilendirmiyor, tutkusunu, varoluş amacını bulmuş ancak istediği başarı ufukta görünmüyor, tutkusu tek yaşamı yine de. Yeniden Formula yarış pistlerine dönüşü, kendi yolunda mücadelesi, gençlik ateşi olgunluk hüznüyle birleştiğinde ufukların renginde dönüşme. Hermann Hesse’nin “Bozkırkurdu” karşımızda. “Harry kendi içinde bir ‘insan’ bulur, düşüncelerden, duygulardan, uygarlıktan, dizginlenmiş ve yüceltilmiş doğadan kurulup çatılmış bir dünyadır bu; ayrıca bir ‘kurt’ bulur içinde, içgüdülerden, vahşilikten, acımasızlıktan, yüceltilmemiş, yontulmamış doğadan bir dünya bulur.” dediğince Hesse’nin, Sonny aydınlığını ve karanlığını bilen bir karakter. Yine Hesse’nin “Knulp” kitabındaki kendi varoluşunu yalnızca kendine, özgürlüğüne bağlamış, cesaretle yolunda yürüyen, bunun sonuçlarına da katlanan karakteri de anımsatıyor bana Sonny. Brad Pitt, rolünde çok başarılı, duyguların yol alışı gözlerinde beliriyor, gerçek bir yarış tutkusu, benliğinin her zerresindeki yaşam sebebi karelerde unutulmaz yansımalar oluşturuyor.
Filmin gerçekçiliği çok üst düzeyde. Sinematografik olarak ne kadar göz dolduruyorsa film, mekanlar ve atmosfer de inanılmaz. Kendimizi seyirciler arasında ya da bizzat yarışırken buluyoruz. Yönetmen Joseph Kosinski müthiş bir iş çıkarmış. Gerçek görüntülerin de kullanıldığı film, epeyce teknik detay da veriyor arabalar ve yarışla ilgili. Sıkılmanın mümkün olmadığı film, senaryonun eksik yönlerine, yeterince derinleşememesine rağmen sizi alıp götürüyor. Hele müzikler! Led Zeppelin’in “Whole Lotta Love”la açılan film, “Queen, AC/DC ve daha birçok nefis sanatçıyla devam ediyor. Hans Zimmer de büyük bir alkışı hak ediyor.
Aksiyonun derinlerinde bir macera, ideal bir yaz sineması seçimi olabilir. Patlamış mısırınızla keyifle birkaç saatliğine dünyayı geride bırakmak damaklarda güzel bir tat. İnsan kendini bulmuşsa her zaman umut olduğunu da hatırlatan film, sinema büyüsünün konforlu güzelliğine bir davet.
NEVİN ULUSOY