Röportaj - İlayda Su Güner - Emina Rosa
Merhaba, Düş Art’ın Röportaj Serisine hoş geldiniz.
Düş Art olarak üreten edebiyatçıları ve sanatçıları bir çatı altında toplayıp eserlerimizi dayanışma ruhuyla kitlelere ulaştırmak, aynı zamanda toplum yararına içerikler üretmek isteği ile bir araya geldik. Bu da bizim röportaj serilerimizden biri… Bugün konuğumuz Emina Rosa. Merhaba Emina, nasılsın?
Merhaba İlayda. İyiyim, sen nasılsın?
Seni burada ağırladığımız için çok mutluyuz. Şu an Kadıköy’de bir kafedeyiz, Ice Latte’lerimiz var ve genç sanatçımızla biraz sohbet edeceğiz.
Nasılsın, tekrar soruyorum? Emina Rosa kim? Önce biraz seni tanıyalım.
Emina Rosa kim? Güzel ve büyük bir soru. Ben, kendimi nasıl anlatayım; yıllardır kendi şarkılarını yazan, kendi bestelerini yapan, kendi kendine gitar çalmayı ve bununla birlikte şarkı söylemeyi öğrenmiş Türk Müslüman kadınım… ve lise üçten beri kendi şarkılarımı yazıyorum. Hayatımın son dört beş senesi sokak müziği yaptım yazları. Dört beş yıl üniversite hayatın oluyordu, üniversiteden geri kalan zamanlarda, yazları müzik yapıyordum. Yurt dışında daha çok... Hayatımın son bir iki yılında daha çok, her zaman hayatınızın daha çok yoğunlaştığınız konular olur ya, özellikle ilginizi çeken konular, son bir iki yılda özellikle ilgimi kadınsal konular, kadınların hayatlarını ellerine almaları, kendi hikayelerini yazmaları, özgüven kazanmaları vs. bu konular hayatımın merkezine geldiği için son bir iki yılda kadınların yeniden doğuşuna dair bir albüm üzerinde çalışıyorum. Bunlara dair de yazdığım şarkılar olsun, düşüncelerim olsun bunları sosyal medyada paylaşmaya çalışıyorum.
Influencer olarak… çünkü biraz da “sosyal medyadayım, bir şeyler üretiyorum, o zaman ben de bir şeyler söyleyeceğim.” gerektiriyor. Böylece kitleni büyütebiliyorsun ve buna ek olarak artılar geldiğinde eksiler de geliyor. Olumlu veya olumsuz yorumları nasıl değerlendiriyorsun? “Olumluda çok yükseliyorum, olumsuzda dibe çöküyorum…” çünkü yaşın da çok genç. Bunu yönetmek zor olur. Sen nasıl bakıyorsun?
İnstagram’da dört beş senedir varım. Şuna eminim, ilk başlarda kötü yorumlar çok can yakıyordu. Çünkü kendimi düşünüyorum, bir insanın gidip korkunç şarkı söylediğini düşünsem, berbat giyindiğini düşünsem, herhangi kötü bir düşüncem olsa bile o insana, kırmak istemem diye düşünüyorum. Korkunç şeyler yazamam. İnsanlar bunu nasıl yapıyor diye şaşırıyordum, kalbim kırılıyordu içten içe. Ama zamanla, biraz daha büyüyünce insan anlıyor; insanların bize dair veya herhangi bir şeye dair düşünceleri aslında o şeye dair değil de kendine dair çok şey söylüyor. Ben oturup bugün “İlayda çok huysuz bir kadın, çok çirkin, bugün de çok komik geldi karşıma” desem bu benim kötü bakışımı gösterir, İlayda’nın çirkin olduğunu falan değil. O yüzden, bunu anladıktan sonra aslında biraz daha kolaylaştı. Fark ettim ki insanlar aslında kendi içlerindekini yansıtıyor orada. Güzel görmek isteyen her zaman görüyor, eleştirmek isteyen her zaman saygılı bir şekilde eleştirebiliyor. Dediğim gibi, bunu öğrenince çok daha rahatladım, çok daha kolaylaştı bazı şeyler.
Bunu yönetebilmen çok güzel. Ben bunu kendim için de söylüyorum, mesela beş yaş daha küçük olsam muhtemelen burnumu yaptırmak isterim. Bu konuda, güzellik algılarına karşı nasıl duruyorsun? Diyorsun ya, “kadının yeniden doğuşuyla ilgili bir şeyler düşünüyorum…” Bu konuda neler aktarmak istersin akranlarına veya senden küçüklere?
Az önce dediğim gibi, bunu hiç bize öyle anlatmıyorlar ama güzellik içten gelen bir şey. Dünyadaki bütün güzellik algılarına uyan bir kadın olun, kim görse görsün “bu kadın 2015’in, 2025’in standartlarına uyan bir kadın.” desin, siz içinizden iyi hissetmiyorsanız, mutlu değilseniz, kendinizi beğenmiyorsanız iyi hissedemiyor insan. Bazen harika giyiniyorum, harika süsleniyorum ama o gün iyi hissetmiyorum, o gün iyi hissetmiyorsan bu bitmiş oluyor. Bence olay tamamen kendini kabul edebilmekte, olduğu gibi sevebilmekte. Olduğu gibi sevdikten sonra zaten o iyi hissin dışarıya yansıdığını hissediyorum. Benim hayatımda öyle oldu. Ben kendimi ne kadar kabul ettiysem ne kadar sevebildiysem… kusurlarımla olsun, hatalarımla olsun… o zaman insanlardan daha çok iltifat almaya başladım, o zaman daha çok insanların beni güzel bulduğunu duymaya başladım. Benim için enteresan oldu, “demek ki olay içte bitiyormuş” diye düşünmeye başladım.
Biraz da yetiştirilme tarzıyla ilgili belki de. Seni destekleyen ebeveyn olması, sana değer veren ebeveyn olması… Burada müziğe de geleceğim; müzikle olan ilgine nasıl tepki verdi ailen?
İlk başta garip geldi onlara kesinlikle çünkü ben muhafazakâr, dindar bir aileden geliyorum ve sanat… müzik… çok desteklenen konular değil. Ailemin ilk tepkisi “daha normal bir şey seçemez miydin?” olmuştu. Felsefe okuyorsun, tamam, felsefe de çok normal değil. En azından akademisyen olsan, vardı ya Türk kadınlarına derler, “öğretmen olsan güzel bir köyde.” Kpss’ye gir, atan, devlet memuru ol falan… Anlıyorum, güvenliğimizi, geleceğimizi düşünüyorlar. Sanat da zaten geleceği belli olmayan bir alan. Anlayabiliyorum yani çekinmelerini, korkmalarını ama öyle oldu. İlk başta “ne oluyor, ne alaka, nereden çıktı?” dediler. Ama benim çok istekli ve gönlümü vermiş olduğumu gördüklerinde “yapsın bakalım” dediler…
Okul da zaten Boğaziçi gibi bir üniversiteden mezunsun. Felsefe okudun. Bunun üretimlerine katkını merak ediyorum. Şarkı yazdığını biliyoruz. Sence nasıl besliyor? Biraz kas gibi ya, okudukça yazdıkça açılıyor…
Kesinlikle, şarkı yazmak dediğin gibi, kas gibi… herhangi bir yetenek gibi yazdıkça gelişen bir şey. Felsefe de bence insanın ufkunu genişlettiği için, herhangi bir alanda yani… Müzik alanında olsun… Hayata olan bakışınızda ufkunuzu genişlettiği için… Bilmiyorum yani, yazarken farklı alanlara, metaforlara gönderme yapmak olsun… Bazı şeylere daha derinlikli bakmak olsun… o açıdan kesinlikle bir katkısı vardır şarkılarıma. O yüzden çok şükür, iyi ki felsefe okudum.
Kimden ilham alıyorsun?
Şarkılarımda mı? Sevdiğim sanatçılardan mı bahsedeyim?
İstediğin gibi. Diğer alternatifi de duyalım…
Biraz klişe olacak ama Tel Asis’i biliyorsundur. Kendi şarkılarını yazan bir kadın olduğu için ve ben onun şarkılarını lisede keşfettiğimde “Allah’ım benim gibi hisseden bir kadın, benim gibi aptal âşık olmuş, heyecanlanmış” hissettim. Duygularını sanatla göstermeye çalışmış. Çok etkilenmiştim. Küçüklüğümden beri şiirler yazmaya çalışan bir kızdım ama çok da başarılı şiirlerim olduğunu söyleyemem. Tel Asis’i gördüğümde, mırıldanmayı, şarkı söylemeyi seviyordum. Onun kendi şarkılarını yazması bana “ben de deneyebilirim” diye ilham olmuştu. Günlerden bir gün kalktım ve denedim ve fark ettim ki şarkı yazmak şiir yazmaktan çok daha kolay. O yüzden hoşuma gitti ve devam ettim. O hissi, içinde biriken herhangi bir his… onu dışarı çıkarabilmek çok hoşuma gitmişti. Şiirden ziyade şarkıyı da söyleyebiliyorsun ya… okula giderken gelirken o şarkıları mırıldanmaya başladım o bir saatlik yolda. Bana müthiş hissettirdi. Sonra arkadaşlarıma göstermiştim, şiirlerimden daha çok beğenmişlerdi.
Ben sende biraz Nil Karaibrahimgil vibe’ı alıyorum.
O da şarkılarını kendisi yazıyor sanırım.
Nil Karaibrahimgil, bir videoda bahsetmişti. Şarkılarını kaydettirmesi gerekiyor telif hakları için falan. İlk cümlelerini söylüyor “Üç yumurtayı kırdım,” Biraz ilhamının da geniş olduğunu söyleyebiliriz. Sen nelerden besleniyorsun yazarken, üretirken?
Müzik dinlemeye başladığım yaşlarda Almanya’da yaşıyorduk, küçükken. O yüzden müziğin hayatıma girişi yabancı dilde, İngilizce’de oldu. Galiba bir şey nasıl başlarsan öyle mi devam ediyor, bilmiyorum ama Türkçe müzik kültürüm zayıf. Nil Karaibrahimgil benim hayatıma çok sonradan, yirmi yaşımda falan girdi. On iki yaşında girsin isterdim ama benim on iki yaşımda Selena Gomez girdi. Selena Gomez’i e çok seviyorum. Onlarla başladım şarkı dinlemeye. Biraz geç olsa da Nil Karaibrahimgil kesinlikle. Sevdiğim sanatçılar Taylor Swift kesinlikle başta geliyor. Aurora’yı çok seviyorum. Lorde… bayılıyorum. Yeni albümü çıktı, çok tatlı. Tam dinleyemedim ama çok seviyorum. Billie Eilish’in abisi var Finneas, onun şarkılarına hayranım.
Yapışık ikizi gibi.
Yapışık ikizi, evet.
Müzik eğitimin var mı?
Müzik eğitimim aslında yok denecek kadar az. Bir ara pandemide gitar dersi almıştım biraz ve şan dersi almıştım bir yıla yakın. Sonra erasmusa gittiğim için sekteye uğradı. Sonra devam edemedim. Aylardır “okulum bitince tekrar şan dersine başlayacağım” diyorum ama olmadı bir şekilde. Ama yapmayı düşünüyorum.
Repertuarını nasıl şekillendiriyorsun?
Repertuardan kastın hangisi? Sokak müziğine çaldıklarım vardı, instagramda çaldıklarım vardı, kendi hayatımda özel olarak kendi başıma çaldıklarım…
Dilediğin gibi yanıtlayabilirsin.
Şu sıralar aktif olarak sokak müziği yapmıyorum ama yaptığım zamanlarda daha çok hem kendi dinlediğim şeyleri eklemeye çalışıyordum hem de benim yaşımdaki kızların daha çok seveceği, şu sıralar popüler neler var vs. onlara bakıp şekillendiriyordum. Ama temelde bir şarkıyı benim beğenmem gerekiyor bir şarkıyı repertuarıma eklemek için. Bana hitap eden, sözlerinin anlamını sevdiğim aynı zamanda melodisel olarak hoşuma giden şeyler.
Sana o günü soracağım hazırsan.
Hazırım.
Asmalı Sahne’den bahset bize. İlk performans gösterdiğin yer… O günü anlat bize.
O gün… şu an 29 Haziran. Bu ayın başında Haziran’ın 1’inde… Dediğim gibi yıllardır sokak müziği yapıyorum, instagramda videolar paylaşıyorum, kendi şarkılarımı vs. yayınlamaya çalışıyorum derken aslında hep hayalini kurduğum “Bir gün kendi konserlerimi vereyim, insanlar sokaktan geçerken değil gerçekten bir salonun içine beni görmek için gelsinler, bir de bilet alıp gelsinler. Kostümüm olsun, sahne performansım vs.” bunun hayalini kuruyordum hep. Ve o gün, 1 haziranda gerçekleşmiş oldu benim için. Sosyal medya aracılığıyla tanıştığım sevgili Habibe ve Muharrem sağ olsunlar Asmalı Sahne’de bir gün görüştük. Aslında onların festivalinde açılış yapmam için görüşmüştük ama böyle konuşunca, anlaşınca ve iyi gidince görüşme dediler ki “İstersen o çok istediğin konserin ilk adımını burada at.” Ben de “tabii ki de evet” dedim. “Hayır” diyeceğim bir şey değildi bu. Hoşuma gitti, onore oldum. Böylelikle başlamış oldu serüven.
Sokak sanatçılığından aldığın keyiften biraz daha farklı olduğunu sen de söylüyorsun.
Sokakta insanların ilgisini çekmek için uğraşman gerekiyor bir noktada. Çünkü işleri var, yürüyüp geçiyorlar. Sokakta müzik yapmak gerçekten zor bir şey, özellikle seni dinlemeye gelen insan asla yok. Sen orada bir şekilde, kimse dinlemese bile yapmaya devam edeceksin, bakalım seven birileri olursa duyacak, dinleyecek. Ama bu, seni dinlemeye gelen insanlar olması olayı çok daha güzelmiş kesinlikle. Şarkılarına eşlik ettirebiliyorsun vs… bayıldım o yüzden.
Giydiğin kıyafeti kendin yapmışsın.
Sahnedekini mi diyorsun?
Evet. Sence bu böyle gider mi? Sanatın farklı yönleriyle olan ilişkin ne, onu merak ediyorum?
Çok güzel bir soru sordun, teşekkür ederim. Ben kıyafetlerin de aynı şekilde şarkılar nasıl hislerimi, duygularımı dışarı vurmamın bir yoluysa benim için, kıyafetler de benzer bir şekilde sanatımı yansıtmamın bir yolu benim için. Görsel sanatla çok uğraşmıyorum, çizim pek yeteneğim yok. Ama bunu kıyafet şeklinde, renkleri kendi üzerimde bir araya getirmeyi çok seviyorum. O yüzden normal hayatımda da kendi kıyafetlerimi dikmeyi, diktirmeyi çok seven bir insan olarak bunu aynı zamanda o gün yapmak benim için çok önemliydi. “Yapacağım şey, giyeceğim şey herhangi bir yerden aldığım bir elbise olmamalı” dedim. Öyle olsa de ben bir şey katmalıyım o elbiseye. Nakışlar olsun bir şeyler eklemem gerekiyor. Derken o elbiseyi, evde bulduğumuz birkaç malzemeyle annemle beraber yaptık ve tam istediğim gibi oldu. İleride yapacağım performanslarda da öyle olsun isterim. Çünkü bana “bu tamamen benim elimden çıkmış” hissettiriyor. Müziğim el yapımı, kostümüm de el yapımı olsun istiyorum. Normal hayatta öyleyken sanatçı kimliğimde de öyle olsun. Bu benim içime daha çok siniyor.
Solo mu gideceksin, ekibi büyütmeyi mi düşünüyorsun?
Bunu biraz zaman gösterecek. Daha önce hiç grupla çalmadım o yüzden bir grupla anlaşabilir miyim, onu da bilmiyorum. Grupla, küçük küçük performanslarım oldu ama “benim grubum” veya “şu gruba dahilim” dediğim bir grup hiç olmadı. Arada sırada sokakta beraber çaldıklarımız oldu sadece. Grupla çalmak isterim ama şarkıları vs. yazdığım için uyum sağlamak belki zor olabilir. Başkasının söylediği şarkıyı söylemek nasıl olur, bilmiyorum. Cover falan yapıyorum ama bakmam lazım, zaman gösterir. Neden olmasın. İyi anlaşabileceğim müzisyenler bulursam, ortak bir tarzımız olursa, mesaj vermek istediğim, ortak bir duyguda buluşabileceğimiz insanlar olursa, bayılırım.
Bir kadın grubu var, galiba son bir iki yılda çıktı. Adı The Last Dinner Party. Müziklerinin çok büyük hayranı oldum. Orijinal bir kadın grubu. Sahne kostümleri benim giymek isteyeceğim tarzda kostümler. Kendileri yapmışlar, dantelli falan. Çok kızsal bir durum, çok hoşuma gitti o yüzden.
Almanya’da büyüdüm dedin, orada nasıl beslendin? Nil Karaibrahimgil ile yirmi yaşımda tanıştım dedin ya, Hepsi’ne yetiştin mi peki?
Ara sıra arkadaşlarımdan duyduğum dışında hiç bilmiyorum. Bilmek isterdim. Bazen sende duyuyorum, eve gidince biraz bakıyorum. Hayatıma sonradan giriyorlar.
Hepsi, gerçekten ikonikti çünkü onlar oldukça çalışmış şeylerdi. Saçlarını farklı yapmışlar, dizilerini yaptılar falan… O era gerçekten şimdiki gibi değildi.
Umarım tekrar gelir o era. Manifest ile belki başka grupla.
Belki sen getirirsin.
Ben daha çok kadın müzisyen olması gerektiğini düşünüyorum. Daha çok müzik alanında da temsil edilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şahsen Emre Aydın olsun Yalın… onların şarkıları da çok tatlı. Bir erkeğin yazdığı şarkıyı da dinliyorum ama… Jane Austen’ı biliyorsun, onun romanını okumak, bir erkeğin romanını okumaktan bambaşka hissettirmiyor mu? Erkeklerin yazdığı romandan ziyade. Erkeklerin yazdıkları şarkılar da çok güzel, hoş ama tam olarak benim hissettiğim hisleri sadece kadınlar anlatabiliyormuş gibi hissediyorum. O yüzden kadın müzisyenler çoğalsın.
Şey geldi aklıma, kitabı da konuşmuş olduk ama “written by women” kafası. Bir kadın gözünden yazılan erkek ve bir erkek gözünden yazılan… Sinemada da görüyoruz ya olay çıkaran sorunlu kadın…
Stresli, gergin karakterler… Savaşın ortasında ruju var falan…
Gidik kadın… Onların gidikliği daha gerçek oluyor…
Kadının yazdığı gidik kadını diyorsun. Evet, bence de. Çünkü orijinal oluyor. Başkasının bize yazdığı rol değil. Gidiksek bizim gidikliğimiz, bize yazılmış bir gidiklik değil. Kendimde de benzer bir gidiklik hissettim.
Evet ya, hepiniz Fleabag’siniz….
Bence de öyleyiz.
İyi yazılmış bir işte kendini başrolle bir tutuyorsun, diğer yan rollerle olmuyor. Bağ kurman için öyle yazılıyor zaten. Hepimizin Fleabag hissetmemizin nedeni biraz da o belki de. Bir filmde bir başrol var ve her yönüyle görüyoruz onu. O yüzden kendini onun yerine koyuyorsun. Bütün gidik kadınları konuşabiliriz.
Neler izlemeyi, okumayı seviyorsun? Jane Austen…
Jane Austen hayatımızın aşkı. Dönem romanlarını çok seviyorum. Bir ara çok kafayı takıp okuyordum okuyordum hepsini. Jane Austen’ın neyi varsa… Charlotte Bronte… Dönem romanlarına, dönem dizilerine bayılıyorum. O kostümler… daha sanatsal bir hayatları var ya en azından. Daha özenilmiş geliyor bana. Binalar olsun, sözleri, kullanılan ifadeler.
Tabii ki, üzerine çalışılmış. Bir de senin şansın olmuyor ya yeterince iyi değilsen, paylaşım, görünürlük açısından zorluk çekersin yeterince iyi olmamaktan ötürü. Belki bunu söylemek istedin Emre Aydın, Yalın gibileri çıkmıyor derken. Sence kadın görünürlüğü daha mı zor?
Bence kesinlikle daha zor. Önümüze daha çok engeller konduğunu hissediyorum. Daha çok önünün kapatıldığını düşünüyorum. Müzikte olsun sanatta olsun. Jane Austen gibi kadınlar çok vardı ama hep yayımlamaya izin verilmedi. Eserlerini kocaları çalıyordu, üzerine kendi adlarını yazıyorlardı. Ne yazık ki böyle şeyler çok olmuş tarihte. Sinir bozucu konular. Kadınların kendi adlarıyla bir şey yayınlamaları zor olmuş bu zamana kadar. Ne kadar yirmi birinci yüzyılda olsak bile ben bir şeylerin değişmiş gibi gözüküp temelde hala aynı dayatmalarda devam ettiğini düşünüyorum. Bu konuda atabildiğimiz kadar adım atmalıyız.
Ortamın daha iyileştiğini düşünüyor musun sosyal medya aracılığıyla? Sen birileriyle çalışmasan da görünür olabilmiş birisin.
Bu çağda doğduğum için çok mutluyum çünkü düşünüyorum elli yıl, yüz yıl önce doğmuş olsaydım evimde kendi şarkılarımı yazabilirdim ama sesimi kimseye duyuramazdım. Herhangi bir plak şirketine bağlı olmadan, bir yere imza atmadan, özgür iradeni birilerine teslim etmeden bir iş yapabilmek çok zordu, mümkün değildi ama şu an herhangi bir sanatçı, bir düşünür her şeyini… ben evimde otururken paylaşabiliyorum, bu bana büyülü geliyor. Ben mutluyum böyle bir çağda olduğum için yoksa büyük ihtimalle burada olmazdım. Sanatımı ulaştırmam daha zor olurdu.
Kitaba geri döneceğim, hazır mısın? Dürüst olman gereken bir soru soracağım. Wattpad’e düştün mü?
Hayır. Hiç.
Hiç okumadın mı?
Bir tane okudum lisede, arkadaşım hediye etmişti. Lisedeyken wattpad heryerdeydi ama yok… Bir tane okumuştum, hoştu, güzeldi ama sonradan klasikleri okuyunca… Buradan wattpad’e de laf atmak istemiyorum. O da düşünce olarak güzel bir platform. Ben müziğimi nasıl rahat bir şekilde yayınladığım için mutluysam yazanlar da rahat bir şekilde yayınladığı için iyi olabilir.
Kesinlikle. Genç insanların yazım pratiğini artırmak açısında ve diğer tarafta diğer genç insanların okuma pratiğini artırmak için değerli bir platform.
Kesinlikle öyle. Lisedeyken komik aşk romanları olurdu.
Kötü Çocuk?
Onu okumadım. Hangisiydi, onu hatırlamaya çalışıyorum.
En nihayetinde “abi bunlar çok kötü ya” deyip sırf kötüyüm diye sansüre uğramam tatsız olabilir. Her şey olacak ve iyisi seçilecek gibi….
Sanatta da düşe kalka öğrendiğimizi düşünüyorum. Okur olarak da öyle. Nelerin sana hitap edip etmediğini, nelerin sanatsal değeri olup olmadığını okuyarak anlıyorsun. Kendi zevkin oluşuyor.
Sanatsal değeri aramalı mıyız illa? Ben bulaşık yıkarken senin podcast’ini dinliyor olabilirim veya çok kötü bir anında sulu zırtlak bir şey o kadar iyi gelebilir ki o günü kurtarabilir.
Sanatsal değer ne acaba? Bulaşık yıkarken dinlediğin podcast mesela… Şu anki konuşmamızın da bir sanatsal değeri var mesela. Çok uzun konular aslında. Bence her şeyin sanatsal değeri olabilir.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Kadınların yeniden doğuşu ve kendi özgüvenlerini keşfetmelerine dair o albümü yapmayı çok istiyorum, şu an üzerinde çalışıyorum ve bu yıl içerisinde daha yayınlamak istediğim şarkılar var o albüm içinden. Gelecekte de bu şekilde devam etmek istiyorum. Umarım Asmalı Sahne gibi başka yerlerde de sahne alabilirim, belki bir grubumuz olur. Bir Manifest. Kadınlar olarak bir şeyleri beraber yapmayı seviyorum çünkü birbirimizin dilinden birbirimiz anladığını düşündüğüm için…
Ben bu dönemde kutuplaşmanın daha az olduğunu düşünüyorum. Önyargılarımızın daha az olduğunu düşünüyorum.
Kutuplaşma çok büyük bir konu. Biz aslında daha çok kaynaştığımız zaman karşı tarafın öcü olmadığını fark ediyorsun. Bunların siyasi bir şekilde üretilip dayatıldığını anlıyorsun ve çok da sallamıyorsun.
Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Beni ağırladığınız için ben de Düş Art’a teşekkür ederim.
